ALİ BEHCET EFENDİ VE RİSÂLE-İ UBEYDİYYE-İ NAKŞBENDİYYE’Sİ



Ali Behcet b. Ebî Bekr b. Hasan b. Hüseyn1 5 Rebîülevvel 1140/22 Ekim 17272 tarihinde Konya’da doğdu.3 Babası Ebû Bekir Efendi ve dedesi Hasan Efendi ulemadandır. Bundan dolayı ilk tahsilini dedesi Hasan Efendi’den almıştır.



Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17, ss. 217-235.

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

ALÄ° BEHCET EFENDÄ° VE RÄ°SÂLE-Ä° UBEYDÄ°YYE-Ä° NAKÅžBENDÄ°YYE’SÄ°

Yusuf Turan Günaydın *

Ali Behcet Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

DoÄŸumu, Ailesi, Tahsili

Ali Behcet b. Ebî Bekr b. Hasan b. Hüseyn1 5 Rebîülevvel 1140/22 Ekim 17272 tarihinde Konya’da doÄŸdu.3 Babası Ebû Bekir Efendi ve dedesi Hasan Efendi ulemadandır. Bundan dolayı ilk tahsilini dedesi Hasan Efendi’den almıştır.4 Dedesinin yanındaki ilk tahsilinden sonra Karamanlı Abdullah ve Abdüssamed Efendilerden istifade ederek icazet aldı. Daha sonra ise Afyonkarahisar’a giderek Divane Mehmed Çelebi Dergâhı postniÅŸini olan ak-

* Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ä°slâm Tarihi ve Sanatları/Türk Ä°slâm Edebiyatı Anabilim Dalı Doktora öÄŸrencisi.

1 Künyesini Risâle’de kendisi böyle kaydetmektedir. Bk. Risale-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye, Matbaa-i Âmire, Ä°stanbul 1260, s. 7.

2 Bk. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, çev.: Mehmet AkkuÅŸ-Ali Yılmaz, Sehâ NeÅŸriyat, Ä°stanbul 2000, c. II, s. 208; Nihat Azamat, “Ali Behcet Efendi”, DÄ°A, c. II, ss. 382-383; Ekrem Işın, “Ali Behçet Efendi”, YaÅŸamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, Yapı Kredi Yay., Ä°stanbul 1999, c. I, s. 197.

3 Vassâf, age, c. II, s. 212.

4 Ailesi hakkında geniÅŸ bilgi için bk. Vassâf, age, c. II, ss. 212; Melahat Haksever, Ali Behçet Efendi ve -Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye Adlı Eserine Göre- Tasavvuf Anlayışı, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2001, ss. 47-48.

Yusuf Turan Günaydın Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17 218 rabası Mehmed Alâaddîn Çelebi5’den Mesnevî, Mektûbât-ı Rabbanî, Avârifü’l-Maarif ve Hikem-i Atâiyye gibi belli baÅŸlı tasavvuf klâsiklerini okudu.

Resmî Görevleri ve Tasavvufa YöneliÅŸi

Ali Behcet Efendi önce kadılık göreviyle iÅŸtigal etmiÅŸtir. Bu görevle çeÅŸitli ÅŸehirlerde bulundu. En son Ankara niyabetinde iken, -Hüseyin Vassâf’ın deyimiyle kendilerinde zuhura gelen bazı hâlât ve tecelliyât-ı mâneviyye üzerine memuriyetten istifa etti ve tekrar Afyon’a gitti. Burada Alâaddîn Çelebi’ye intisap ederek “çile” sini tamamladı ve sikke giydi. 1796 yılında Bursa’da faaliyet gösteren Kâdirî ve NakÅŸbendî ÅŸeyhi Abdülkâdir Geylânî soyundan Kerküklü Seyyid Burhâneddîn Mehmed Emîn Efendi (1719?-1813)6 ye intisap ederek NakÅŸbendiyye, Kâdiriyye, Kübreviyye, Sühreverdiyye, ÇeÅŸtiyye ve Åžüttâriyye icâzetleri aldı. Mehmed Emîn Efendi’nin müntesiplerinden olup Bursa’da sürgün hayatı yaÅŸayan ve daha sonra affedilen Sadrazam Burdurlu DerviÅŸ Mehmed PaÅŸa’nın tavsiyesiyle II. Mahmud tarafından Ä°stanbul’a davet edildi ve III. Selim’in yaptırdığı Üsküdar’daki Selîmiye NakÅŸbendî Dergâhı ÅŸeyhliÄŸine tayin olundu (1232/1816).7

Åžemâili

Hüseyin Vassâf, Ali Behcet Efendi’yi ÅŸöyle tavsif etmektedir:

Nurlu yüzü beyaz, boyu uzun, sakalı seyrek, kaÅŸları çokça, gözleri elâ olup daima sikke-i Mevleviyye giyerlerdi.8 Tasavvuf erbabı bir zât olarak kaynaklar ondan olumlu cümlelerle söz eder. Mehmed Süreyya’nın anışıyla o Hüsn-i hâl sahibi bir zâttır.9 Bursalı Mehmed Tâhir de ondan Mevlânâ ahfâdından, Bursalı Mehmed Emîn Efendi’nin halîfelerinden ârif bir zât olarak söz eder.10 Sefîne-i Evliyâ müellifi Hüseyin Vassâf da hakkında Terceme-i Hâl-i Hazret-i Åžeyh Alî Behcet Konevî adlı bir risâle kaleme almıştır.11 5 Bu zat hakkında bk. Sezai Küçük, MevlevîliÄŸin Son Yüzyılı, Simurg Yay., Ä°stanbul 2003, ss. 179-180.

6 Hakkında bk. Vassâf, Sefîne, c. II, ss. 190-198.

7 Vassâf, age, c. II, ss. 209-210; Azamat, “Ali Behcet Efendi”, DÄ°A, c. II, ss. 382-383. Sefîne’de Ali Behcet Efendi’nin Selimiye Dergâhı’na tayini ayrıntılarıyla yer almaktadır. 8 Vassâf, age, c. II, s. 211. 9 Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, Sebil NeÅŸriyat, Ä°stanbul 1999, c. II, s. 33.10 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. I, ss. 63-64.11 Vassâf’ın bu risalesi Ä°stanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Ä°bnülemin, no: 2760/4’te bulunmaktadır. Müellifin bu risalesi aynen Sefîne-i Evliyâ’daki Ali Behcet Efendi bölümünü oluÅŸturmaktadır. Ali Behcet Efendi ve Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’si Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17 219

 

Tasavvuf Anlayışı ve Tasavvuf Tarihindeki Yeri

Kaynakların çoÄŸu onu NakÅŸbendî ÅŸeyhi olarak anar. O da eserinde NakÅŸbendîliÄŸini öne çıkarmıştır. Fakat varisi olduÄŸu silsileler incelendiÄŸinde NakÅŸî geleneÄŸinin dışında Mevlevîlik ve Åžüttâriye aracılığıyla Melâmîlik gibi birkaç tasavvufî neÅŸveyi bünyesinde meczettiÄŸini görürüz. Tasavvuf anlayışını ortaya koymak için baÅŸvurulacak ilk kaynak ise Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’dir. Burada çok net ifadelerle tasavvuf anlayışını yansıtır ve mirasçısı olduÄŸu silsileler hakkında bilgi verir.

Ali Behcet Efendi, tasavvuf tarihinde -bazı kaynaklarca- birbirine zıt temayüllere sahip addedilen NakÅŸbendiyye’den Müceddidiyye ile Mevleviyyeye mensup olmakla birlikte NakÅŸî ÅŸeyhi olarak faaliyet göstermiÅŸ, II. Mahmud devrinin önemli devlet adamları, âlim ve aydınları katında büyük bir nüfuza sahip olmuÅŸtur. Kendisine intisap eden Halet Efendi, Pertev PaÅŸa (1785–1837),

Kethüdâzâde Ârif (ö. 1849), Åžeyhülislâm KuÅŸçuzâde Ahmed Muhtar bunlar arasındadır. XIX. yüzyılda Mevlevî-NakÅŸî yakınlaÅŸmasında önemli bir konumda bulunan Ali Behcet Efendi, ölümüne kadar irÅŸad faaliyeti yürüterek taliplere tefsir, hadis, fıkıh, Mesnevî ve Mektûbât-ı Rabbanî okutmuÅŸtur.12 Risâle-i Ubeydiyye’den anlaşıldığına göre Ali Behcet Efendi talebelerini Ehl-i Sünnet inancına baÄŸlı kalmaya teÅŸvîk etmiÅŸtir. Tasavvufî prensiplerden ittibâ-ı Nebî ve mütâbaat-ı mürÅŸide büyük önem vermekte; ‘infial’ ve ‘îtiraz’ın zerresinden bile kaçınmak gerektiÄŸini vurgulamakta ve sohbeti, Hak yoluna en kısa yoldan ulaÅŸtırıcı bir vâsıta olarak görmektedir. Sohbet esnasında uyulması gereken kurallar konusunda oldukça sıkı bir tavra sahiptir.13 Birçok talebe yetiÅŸtiren Ali Behcet Efendi yerine halifelerinden Ä°brâhim Hayrânî (ö. 1844)’yi bırakmıştır.14

 

Ölümü

Kaynaklar Ali Behcet Efendi’nin 2 Cemâziyelevvel 1238/16 Ocak 1822–1823

12 Vassâf, Sefîne, c. II, ss. 209-210; Işın, “Ali Behçet Efendi”, Osmanlılar Ansiklopedisi, c. I, s. 197;

Azamat, “Ali Behcet Efendi”, DÄ°A, c. II, s. 382. Ali Behcet Efendi’nin NakÅŸî-Mevlevî yakınlaÅŸmasındaki

rolü üzerine deÄŸerlendirmeler için ayrıca bk. Butrus Abu Manneh, “The

Naqshbandiyya-Mujaddidiyya in the Ottoman Lands in the Early 19th Century”, Die Welt des

Islams, 1982, XXII, 1-4, ss. 1-36; Küçük, MevlevîliÄŸin Son Yüzyılı, s. 432; Haksever, Ali Behçet

Efendi, ss. 42-45; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, Ä°nkılâp ve Aka Yay., 2.

bs., Ä°stanbul 1983, ss. 321-322.

13 Ali Behçet, Risale, ss. 2-4. Vassâf, Risale’den yararlanarak Ali Behcet Efendi’nin ‘sülûk ÅŸartları’nı

tespit etmiÅŸtir. Bk. Sefîne, c. II, s. 218. Tasavvuf anlayışı konusunda daha ayrıntılı bir çalışma

için bk. Haksever, Ali Behçet Efendi, ss. 72-107.

14 Bu hususta derli toplu bilgi için bk. Haksever, age, ss. 64-69.

Yusuf Turan Günaydın

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

220 tarihinde vefat ettiÄŸi konusunda müttefiktir. 15 Kabri Selimiye Dergâhı haziresindedir. Mezar taşında Mevlevî sikkesi vardır ve Pertev PaÅŸa’nın bir manzumesi yazılıdır.16 Vefatına düÅŸülen bir tarih olan ve kaynakların hepsinde zikredilen bu beyit ÅŸöyledir:

Oku ey Fâtiha-hân hâtime-i târîhini

Göçtü dâvet-geh-i dîdâra Cenâb-ı Behcet.17

Edebî Yönü

Ali Behcet Efendi Divançe sahibi bir ÅŸairdir. Risâle-i Ubeydiyye’de iki naatı yer almaktadır.18 Åžairlik yönü üzerinde isabetli deÄŸerlendirmeler için bu Dîvançe’nin incelenmesi gereklidir.

 

Silsileleri

Ali Behcet Efendi, Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’de üç ayrı silsilesini kaydeder. Bu silsilelerden biri NakÅŸî-Müceddidî, diÄŸeri NakÅŸî-Åžüttârî silsiledir. Üçüncüsü ise Mevlevî silsilesidir.

 

1. NakÅŸî-Müceddidî Silsile:

Hâce Muhammed Emin, Hâce Muhammed Âgâh, Hâce Muhammed Rızâeddin

(Neccârzâde), Hâce Muhammed Efendi (Arabzâde), Ebû Abdullah es-Seyyid

Muhammed es-Semerkandî, Ebü’l-Berekât Hâce Ahmed Cüryânî (Yekdest),

Muhammed Mâsum, Ä°mâm-ı Rabbânî.

2. NakÅŸî-Åžüttârî Silsile/Nebîh Efendi Silsilesi:

Emîn Efendi, Nebîh Efendi, Hâce Alîmullah Hindî, Abdügafûr Lahorî,

Cemîlullah Mirza Beg, Fazlullah Serhendî, Muhammed Mâsum.19

15 Vassâf, Sefîne, c. II, s. 210; Bursalı, Osmanlı Müellifleri, c. II, s. 64; Azamat, “Ali Behcet Efendi”,

DÄ°A, c. II, s. 383; Işın, “Ali Behçet Efendi”, Osmanlılar Ansiklopedisi, c. I, s. 197; Mehmed Süreyya,

Sicilli-i Osmani, c. II, s. 33. Mehmed Süreyya aynı yılı vermekle birlikte ay olarak Receb

ayının 7’sinde (m. 20 Mart) vefat ettiÄŸini söyler.

16 Bk. Behcetî Ä°smail Hakkı el-Üsküdarî, Merâkid-i mu’tebere-i Üsküdar, haz.: Bedi N.

ÅžehsuvaroÄŸlu, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yay., Ä°stanbul 1976, ss. 92-93; Zâkir

Åžükrî, Mecmûa-i Tekâyâ, haz.: Serhan TayÅŸi, Ä°stanbul 1989, s. 27; Ä°. Hakkı Konyalı, Âbideleri ve

Kitabeleriyle Üsküdar Tarihi, Ä°stanbul 1976, c. I, ss. 264-269; Mustafa Özdamar, Dersaadet Dergâhları,

Kırkkandil Yay., İstanbul 1994, s. 242.

17 el-Üsküdarî, Merâkid, s. 92; Vassâf, Sefîne, c. II, ss. 211.

18 Ali Behcet, Risale, ss. 20-21.

19 Ali Behcet, Risale, s. 11. Vassâf bu silsileyi, Risale’dekinden farklı bir ÅŸekilde ÅŸöyle vermektedir:

Seyyid Emîr Külâl, Åžeyh Îsâ el-Hindî es-Sindî, Åžeyh Ârif Åžükür Muhammed, Muhammed

el-Gavs, el-Hâc Huzûr, Hidâyetullah, Muhammed el-Kâdî, Pîr Abdullah Åžüttârî, Muhammed

Ali Behcet Efendi ve Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’si

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

221

3. Mevlevî Nisbesi:

Alâaddîn Çelebi, Çelebi Efendi, Muhammed Ârif Çelebi, Sadreddîn Çelebi,

Bostan Çelebi, Abdülhalîm Çelebi, Hüseyin Çelebi, Ârif Çelebi ibnü’l-Çelebi

Bahâeddîn, Ebû Bekr b. Ferruh Çelebi, Bostan Çelebi-i Kebîr, Ferruh Çelebi,

Hüsrev Çelebi, Hüsrev Çelebi b. Kadı PaÅŸa, Cemâleddîn Çelebi, Emîr Âdil Çelebi,

Emîr Ârif-i SaÄŸîr b. Âdil Çelebi, Emîr Âlim Çelebi, Emîr Âdil-i Kebîr Çelebi,

Bahâülmille Çelebi, Emîr Vâcid Çelebi, Åžemseddîn Emîr Âbid Çelebi,

Celâleddîn Emîr Ârif Çelebi, Bahâeddîn Sultan Veled Çelebi, Åžeyh Hüsâmeddîn

Çelebi, Mevlânâ Muhammed Celâleddîn-i Rûmî.20

Eserleri

Müellifin basılmış tek eseri Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’dir (Matbaa-i Âmire, Ä°stanbul, 1260). Silsilenâme kısımları tümüyle Arapça, diÄŸer bölümleri (Arapça birkaç paragraf hariç) Türkçe olan bu eser farklı zamanlarda yazılmış gözüken çeÅŸitli bölümlerin toplamı sayılabilir. Ä°çinde yer alan ve bazıları zaman zaman kaydedilmiÅŸ bazı notlardan oluÅŸuyor izlenimi veren bölümler ÅŸunlardır:

1. Âdab ve erkân konuları ile gönül, ibâdet, ubûdiyet, ubûdet, cezbe,

tevhîd-vahdet, saadet-ÅŸekâvet, sefer-seyr, ÅŸüyûh gibi tasavvufî ıstılahlara yer verilen giriÅŸ bölümü (s. 2-7).

2. Silsile-i Hâcegân (Arapça, s. 7-9).

3. Silsile-i Hâcegândan Bir DiÄŸer Silsile (Nebîh Efendi Silsilesi, Arapça, s.

10).

4. Mevlevî Nisbesi (Arapça, s. 11-12).

5. Hâce Abdülhâlık Gucdüvânî’nin Kelimât-ı Kudsiyye’sinin Åžerhi (s. 13-14).

6. Tevhîd ve Nevilerine Dair Bilgi (s. 14-20).

7. Na’t-ı Åžerîfler (s. 20-21).

Eser tâlik harflerle matbûdur. Osmanlı döneminde matbu eserlerin çok azı tâlik harflerle basılmıştır. Bu da Risâle’ye ayrı bir özellik katmaktadır. Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’den yola çıkarak Ali Behcet Efendi’nin tasavvuf anlayışını konu alan bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.21 Bunun dışında matbu olmayan eserleri de vardır. Vassâf bu eserleri ÅŸöyle sıralar: Behcetü’s-Sülûk, Sırru’l-Mîâd, Terceme-i Hâl-i Ricâl-i ÇeÅŸtiyye, Hadîkatü’lÂrif,

Åžeyh Âşık, Muhammed Hudâkulu, Ebü’l-Hasan el-Harkânî, Ebû Muzaffer Mevlânâ

Tûsî, Ebû Muhammed A’râbî, Muhammed el-MaÄŸribî, Bâyezîd-i Bistamî. Bk. Sefîne, c. II, s.

217.

20 Ali Behcet, Risale, ss. 11-12.

21 Bk. Haksever, Ali Behçet Efendi, Tezin bütünü.

Yusuf Turan Günaydın

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

222

Abdal, Risâle-i Hâliyye ve Rûhâniyye, Dîvançe, Vâridât-ı Kalbiyye.

Bunların dışında el yazısıyla üç mektubu ve bir manzumesi de Ä°stanbul Üniversitesi Kütüphanesindedir.22

Eser, sadeleÅŸtirmeden yayına hazırlanmıştır. Yine de metinde hafifletilmiÅŸ bir transkripsiyon kullanılmıştır. Dipnotlarda âyet ve hadislerin tahrîci yapılmış; Arapça olarak alıntılanan sûfî sözlerinin de çevirisi verilmiÅŸtir. Eserin orijinalindeki sayfa numaraları köÅŸeli parantez içinde gösterilerek bölümler baÅŸlıklandırılmıştır.23

 

RÄ°SÂLE-Ä° UBEYDÄ°YYE-Ä° NAKÅžBENDÄ°YYE

Bi’smi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm

El-hamdü li’llâhi Rabbi’l-Âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ resûli-nâ

Muhammedin ve âli-hî ve sahbi-hî ecmaîn.

Ve ba’d:

EÄŸer suâl etseler ki; Silsile-i Hâcegân-ı NakÅŸbendiyye dervîÅŸlerinin

î’tikâdları nedir? Cevâb verile ki; Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat üzeredir. Devâm-ı

ubûdiyet ÅŸartıyla ve dâimâ Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerinden ale’ddevâm

âgâhlığla… Zîrâ gafletle ibâdet etmek ÅŸân-ı emre imtisâlden gayri

fâidesi yoktur, riyâen ola ise. Fe-emmâ ihlâs ile olur ise ecrini verirler. Ammâ

matlûb-i aslîye olan fâidesi olmaz.

Ä°mdi, matlûb nedir, deyü suâl ederler ise; mâ’rifet-i Hak’tır. Zîrâ cümlemiz

mârifetle emrolunduÄŸumuz Kur’ân-ı Kerîm ile ve hadîs-i ÅŸerîf ile sâbittir.

Kenz-i mahfîyi fethedip Resûlullah -salla’llâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin

murâdı üzere mâ’rifeti tahsîl edip;

Mısra:

Cân bu ilden göçmeden cânânı bulmazsa ne güç.

misdâkı, bu âlem-i nâsûtta iken nefsimizi bilip Mevlâmız’ı bulmaktan ibâ-

22 Vassâf, Sefîne, c. II, s. 212; Azamat, “Ali Behcet Efendi”, DÄ°A, c. II, s. 383; Bursalı, Osmanlı

Müellifleri, c. II, s. 64. Burada söz edilen mektuplar Ä°Ü Ktp. Ä°bnülemin, no. 3223’dedir.

Ali Behcet Efendi’den diÄŸer kaynaklardaki bilgileri tekrar eden ÅŸu kaynaklarda da söz edilmektedir:

Fatîn, Tezkire, s. 306; C. Server RevnakoÄŸlu, Ali Behcet Efendi Dosyası, Dîvan Edebiyatı

Müzesi, no: B. 232; Selahattin Polat, “Behçet Ali Efendi”, Evliyalar Ansiklopedisi, Tercüman

Yay., Ä°stanbul 1990, c. I, s. 117.

Kehhâle’nin Mu’cemü’l-müellifîn (c. II, s. 413)’i, Allah Dostları Ansiklopedisi (c. IX, ss. 366-

368)’nde yer alan ve Mehmet AkkuÅŸ tarafından yazılan “Ali Behcet Efendi” maddesi ve Türkiye

Gazetesi Yayınlarından Evliyalar Ansiklopedisi’ndeki Ali Behcet Efendi ile Risale müellifi

Ali Behcet Efendi aynı sûfî deÄŸildir.

23 Bu çalışmanın gün ışığına çıkmasında Ä°smail Kasap’ın büyük teÅŸviki olmuÅŸtur. Bu sebeple

kendisine teÅŸekkür borçluyuz.

Ali Behcet Efendi ve Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’si

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

223

ret olan mârifeti fehmetmek budur. Yoksa âmâ olduÄŸumuz hâlde âlem-i berzaha

revân olacağımız âÅŸikâredir.

Nefs, Kalb ve Rûh

Pes, nefs nedir ve kalb nedir ve rûh nedir?

Nefs, ıstılâh-ı meÅŸâyihte rûha tâbîr ederler. Nefsi bilmek âsân olduÄŸundan nefsini bilmiÅŸ, Mevlâsını bulmuÅŸ, ilhâd ve hulûlden ve ittisâl ü infisâl berzahlarından kurtulmuÅŸ ve kevneynden âzâd olmuÅŸ bir zâtı bulup; “Ke’l-meyyit fî yedi’l-gassâl”24 [3] teslîm olup irâdesini irâdesinde mahvedip emri üzere hareket ve îtirâz u muhâlefetten perhîz ederek sa’y ü ictihâd ile lillâh, fillâh sülûk eder ise kendi defînesi hâric olup nefsini bilmek vâdîlerine ubûr eder. Ve Mevlâsıyla bu âlemde iken âÅŸinâ olacağı lâ-reybdir. Hemen Hudâ’dan tevfîk recâ edip tazarru ve zârîlik ile zikr-i Hak’la iÅŸtigâle meÅŸgûl olup ber-murâd ola. Zîrâ kat’-ı ümîd küfr olduÄŸu mâlûm-ı sığâr u kibârdır.

Mütâbaat

Pes Tarîkat-ı NakÅŸbendiyye mütâbaat yoludur. Hazret-i Nebiyy-i Muhterem -

salla’llâhu aleyhi ve sellem- Efendimize her ne kadar ittibâ ederse o kadar

metbûunun kemâlâtından hisse-yâb olur. Hâlinde ve kâlinde ve ef’âlinde ittibâ’

etmek farzullahtır. Zîrâ üç gûnâ feth vardır; üçü dahi fetholmalıdır: Feth-i mutlak,

feth-i mübîn, feth-i karîb. Her biri, biri ile fetholur. Gülistân-ı vahdetin gülleri

sana âheste âheste nesîm-i inâyet-i Rabbânî ile arz olunur. Hacbden sûrî ve

mânevî halâs olunmaÄŸa yüz tutar. Gâile bertaraf olur. DaÄŸ üstü baÄŸ olup yüreÄŸin

yaÄŸ olur.

 

Sohbet ve Edebleri

Hak yolunun akrebi sohbettir. Sohbetin hakkı ve ÅŸartına ve âdâbına riâyet edip

muhâlif hareket olur ise tard u bu’d iktizâ eder. Sûrî ve mânevî öyle olsa feyz

munkatı’ olur.

Ä°btidâ ÅŸeyhin huzûruna azîmet olundukta bâtında istiÄŸfâr, zâhirde tahâret-i

kâmile ile huzûruna vara. “Yâ Rabbi, kerem ü inâyetinden benim gibi bî-mâye,

bî-çâreyi bu kapıdan feyz-yâb eyle.” diyerek âsitânına dâhil ola. Tevâzu’ ve

meskenetle ÅŸeyhi buldun ise ne âlâ. Bulmadın ise bir yere meskenetle kuûd

edip kalbe müteveccih olarak zikr-i ÅŸerîfle iÅŸtigâl edesin. Nefy-i havâtır ederek

ÅŸeyhin sana haber îsâl etmedikçe huzûruna gitmeyesin. Haber göndermez ise

24 Sûfî sözü: “Gassal elindeki ölü gibi”.

Yusuf Turan Günaydın

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

224

bir mikdâr oturup hizmetinde olanlara; “Ayakların öperim, inÅŸâallahu Teâlâ

yine gelirim” deyip gidesin. [4] Zerre kadar infiâl ve îtirâzdan hazer edesin. Bu

reviÅŸte olan hükm-i hafîyi ba’d ba’d fark edip mesrûr olursun.

Ve eÄŸer huzûruna dâvet eder ise ziyâde huÅŸû ve huzû ile varasın. Åžeyh,

feth-i kelâm etmedikçe kelâm etmezsin ve sohbetini kestirmezsin. Sıdkla

sâmiînden olursun. Mecliste iken âhire itâb eder ise, banadır, dersin ve ondan

gûnâ-gûn ibret alırsın. Ve kendi dizinden gayri yere bakmazsın; meÄŸer li-ecli’zzarûre

ola. Ve ÅŸeyhin esbâbına ve eÅŸkâline ve yüzüne bakmazsın. Huzûrunda

katı katı söylemezsin. Cevâb sordukta gâyet mülâyim ve nerm ü mahabbetle

cevâb verirsin. Ve giderken arkanı ÅŸeyhe dönmezsin. Yanında ızhâr-ı fazîlet

etmezsin. Tıfl-ı ebced-hân gibi oturursun. Her defada böyle edersin. Ve ÅŸeyhin

huzûrunda yalan söylemezsin ve ÅŸeyhinden kimseye ÅŸikâyet etmezsin. Ve sırrına

vâkıf olur isen ketm-i ÅŸedîd ile ketmedersin; hattâ gönlüne girmeÄŸe yol

bulasın. Zîrâ mürÅŸid gönlüne girmek gâyet sa’bdır. Hudâ cümleye tevfîk ihsân

eyleye inÅŸâallâhu Teâlâ; âsân olur gayret ile.

Gönül

Gönül nedir?

Sûretâ sol meme tarafı altında ÅŸekl-i sanevberî bir mudÄŸadır. Yedi tavır ve sekiz

ciheti vardır. Hudâ-yı Müteâl hasâis-i rûhiyyeden ve cismiyyeden bir mir’ât-ı

mücellâ îcâd etmiÅŸ, ona ‘kalb’ demiÅŸ, kendi sûret-i mârifeti bu mir’âttan rûnümâ

olmak için bir de beden-i insâna rûh ilâve etmiÅŸ. Kıvâm ve kıyâm-ı beden-

i insânî onunladır ki, âlem-i emrden ona rûh-ı sultânî ve rûh-ı izâfî ve rûh-ı

ilâhî derler. Bunun mahall-i taayyünü saÄŸ tarafta memenin altıdır demiÅŸler.

Hikmet zımnında ve illâ beden-i insânda cisme nisbetle rûh-ı hayvânîden eltafı

yoktur. Mahalli kalbdir. Bu rûh-ı izâfînin onunla âÅŸinâlığı ziyâdedir. Belki ona

âşıktır. [5] Öyle oldukta mahall-i taayyünü kalb olmak ensebdir. Fehm eyle.

Lâkin bu rûh-ı insânı bedenin her tarafına bıçak ile vursan onda hâzır bulursun.

Maa-hâzâ ne bedene dâhil ve ne hâricdir, ne muttasıl ve ne munfasıldır. Ne

mümâs ve ne mukâbildir, ne hulûlü var ne sereyânı var. Ammâ eczâ-yı âzânın

her zerresini ihâta etmiÅŸtir. Ä°ÅŸte; “Men arefe nefse-hû fe-kad arefe Rabbe-hû”25

buna iÅŸâret olmak gerek.

Bir dahi sır demiÅŸ. Cümleden eltaf, mahall-i taayyünü beyne’s-sedyeyndir.

Pes bedenin feyzi rûh-ı hayvânî iledir ki, kalbdedir. Kalbin rûhu rûh-ı sultânîdir.

Rûhun rûhu ‘sır’dır. Sırrın rûhu hakîkattir. Burada ârifâne söz çoktur.

25 “Nefsini bilen Rabbini bilir.” Bk. el-Aclûnî, KeÅŸfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l- Ä°lbâs ‘amme’Åžtehera mine’l-

Ehâdîsi ‘alâ Elsineti’n-Nâs, Müessesetü’r-Risâle Yay., Beyrut 1985, c. II, s. 343.

Ali Behcet Efendi ve Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’si

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

225

Ammâ bu muhtasar, onun yeri deÄŸildir. Ä°nÅŸâallah vakti ile onun sohbeti olur.

Ä°bâdet ve tâat ile zâhirin ve bâtının mâmûr oldukta fehmedersin.

 

Ä°bâdet, Ubûdiyet Ve Ubûdet

Ä°bâdet nedir? Ubûdiyet nedir? Ubûdet nedir?

Ä°bâdet; kendiliÄŸin ile ettiÄŸin kulluÄŸa derler. Ubûdiyet; kendiliÄŸinden halâs olup

ettiÄŸin tâata derler. Ubûdet; Hakk ile Hakk’a kulluÄŸa derler.

Pes ibâdet kalbe, ubûdiyet rûha, ubûdet sırra nâzırdır.

Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibâdet et.”26’te iÅŸâret vardır ki; biri ilme’lyakîne

ve biri ayne’l-yakîne ve biri Hakka’l-yakîn menziline iÅŸârettir.

Ve dahi hafî var, ahfâ var. Bunlara sırdan gidilir. Tâyîn-i mahalle hâcet

yoktur.

Hazret-i Ahrâr Efendimiz’in ve sâir pîrânın iÅŸâretleri merâtib-i selâseden

mâ-adâyı îmâ etmemiÅŸlerdir. Çünki kalb, kendi vazîfesi ile kâim ola; esrâr-ı

ilâhiyye keÅŸf olur ve rûh kendi vazîfesini edâ ettikte esrâr-ı ulûhiyyete ÅŸuhûdu

müyesser olur. Ve sırr vazîfesi ile oldukta esrâr-ı ulûhiyyet ayân olur.

Ve dahi cemî-i âzâ-i cevârihin kendine münâsib ameli var.

Kalbin ameli niyettir. Bir amele ÅŸürû olundukta berâ-yı Hudâ bir niyet tedârik

edip o ameli öyle fiile getirmelidir. Ve illâ amel ve o emek [6] hebâen

mensûr olur. Nitekim Hazret-i Åžiblî’ye cenâze namazı teklîf olundukta; “Niyetim

hâzır deÄŸildir” diye terk etti.

Niyet-i sahîha olmadıkça amel kabûl olmaz. Belki dâimâ kalbi tahliye üzere

ola. Mâsivâ fikrinden ve efkâr-ı fâsideden ÅŸâyet inâyet-i ilâhiye ile bir cezbe

ihsân oluna. O zaman kâr u bâr âsân olur. Bir amel etmez, illâ Allah için edebilir.

Zîrâ tahliye cezbede medâr-ı küllîdir.

 

Cezbe

Cezbe nedir?

Kalbde mahabbet-i zevkıyyenin zuhûrundan ibâret bir mânâdır. Allah mahz-ı

inâyetten ihsân eyleye. Âmîn.

DiÄŸer Bâzı Istılahlar

Bundan sonra dervîÅŸ, pîrân efendilerimizin ıstılâhlarına dâir kelimâtın -vahdet

gibi, tevhîd gibi, ittihâd, vasl, fasl, saâdet, ÅŸekâvet gibi- esrârına vâsıl olmaÄŸa

baÅŸlar.

26 el-Hicr, 15/99.

Yusuf Turan Günaydın

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

226

Tevhîd nedir? Cevâb ver ki; kalbin tahlîs ve tecrîdidir; Hudâ’nın gayrinin

âgâhlığından…

Vahdet nedir? Åžöyle ki; gönlün halâs olmasıdır; Allah Teâlâ’nın gayrinin

vücûduna ilimden.

Ä°ttihâd nedir? Åžöyle ki; Hak Sübhânehû ve Teâlâ’dan gayriden cüdâ olmaktır.

Saâdet nedir? Kendinden halâs olmaktır.

Åžekâvet nedir? Kendiyle kalmaktır.

Maksûd, huzûr-ı maallâh nisbetinde fütûr îcâb edecek nesneden hazer

üzere olmak gerek.

Dâimâ diÅŸi aÄŸrıyan kimsenin aÄŸrı gönlünden gitmediÄŸi gibi fikr-i Hak hayâlinden

gitmemek gerektir. Hattâ “Âgâhlık kalbin vasfı olup seyr ü sefer âsânlıkla

ele gire” buyurmuÅŸlardır ki sâlikin dört seferi vardır:

Evvelki sefere “seyr ilallah” derler. Bunun nihâyeti vücûh-ı kesret-i

ilmiyye-i bâtıniyyeden hicâb-ı vahdeti ref’dir. Zîrâ vahdet perdesi yırtılmadıkça

sâlike her yüzden ilim kapısı açılmaz. Üçüncü sefere “seyr maallâh” derler.

Bunun nihâyeti ayn-ı cem’in ehadiyyetine vâsıl olup zıddeyn ile [7] takyîddir

ki, zevâlîdir. Yânî zâhir ve bâtın bir olup mülk ve melekûtun zıddiyetinden

kurtulmak budur. Dördüncü sefere “seyr anillâh” derler. Bunun nihâyeti âlem-i

bekâdır. Rücû’ ve hakîkat-i temkîn ile mütehakkik olmaktır. Bunlar ashâbiyle,

bâ’de’l-mücâhede sohbetle olur.

Hattâ mütehakkikîn -kaddesa’llâhu esrâre-hüm- buyurmuÅŸlardır ki;

“Åžuyûh üçtür: Åžeyhü’l-hırka ve ÅŸeyhü’z-zikr ve ÅŸeyhü’s-sohbe. Sohbet ÅŸeyhi

cümleden etemm ü evlâ ve âlâdır.” buyurdular. Zîrâ ne olursa sohbetle ve hizmetle

olmuÅŸtur. Bâzı vakit mecmûu bir olur. Mâni deÄŸildir. Onun için demiÅŸlerdir

ki; “Men lâ ÅŸeyha le-hû fe’ÅŸ-ÅŸeytânu le-hû ÅŸeyhun.”27

Ekser-i evkâtta maksûd sohbetle hâsıl olmuÅŸtur. Ve tenâsül-i sûrî ve mânevî

bi-gayri’l-vâlid ve’l-vâlidet müteazzir olmuÅŸtur.

Üç Silsile

I. Silsile-i Hâcegân28

Bi’smi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm

Senden yardım dileriz. Bizi sırât-ı müstakîmine hidâyet et. Sana zâtın için ve en

yüce zâtından dolayı hamd olsun.

Salât ve selâm yüceltilmiÅŸ Elçinedir. Seyyidimiz, Peygamberimiz ve Efen-

27 Sûfî sözü: “Åžeyhi olmayanın ÅŸeyhi ÅŸeytandır.”

28 Risâlenin Silsileler bölümü Arapçadır.

Ali Behcet Efendi ve Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’si

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

227

dimiz Muhammed Mustafa’yadır. Öyle ki onun hakkında “Ona “Åžedîdü’l-

Kuvâ” olan (Cebrâil) öÄŸretti”29 ayeti inmiÅŸtir.

Salât ve selâm yine onun “Nücûmu’l-Hüdâ” olan âl ve ashâbına olsun.

Fakîr, noksanlık bakımından kâmil, Rahmân, Hannân ve Mennân olan

Allah’ın mârifetinden âciz Alî Behcet b. Ebî Bekr b. Hasan b. Hüseyn ÅŸöyle

der:

 

Tarîk-ı Aliye-i NakÅŸbendiyyeyi ÅŸeyhim, seyyidim, senedim, mûtemedim,

cesedimdeki rûhun mekânı, kıdve-i vâsılîn, delîl-i sâlikîn, vâris-i kâmil, âmil ve

vâsıl olan Hâce Mehmed Emîn en-NakÅŸbendî (k.s)’den aldım.

O, ÅŸeyhi Hâce Muhammed Âgâh [8] en-NakÅŸbendî (k.s)’den almıştır.

O, ÅŸeyhi kıdve-i evliyâ-i vâsılîn Ä°bnü’n-Neccâr (k.s) diye meÅŸhur Hâce Muhammed

Rızâ en-NakÅŸibendî’den almıştır.

O da ÅŸeyhi, ÅŸeyhü’ÅŸ-ÅŸuyûh Arab-zâde (k.s) diye meÅŸhur Alî Hâce Muhammed

Efendi’den almıştır.

O da ÅŸeyhi âmil-i Rabbânî Ebû Abdullâh es-Seyyid Muhammed en-

NakÅŸbendî es-Semerkandî (k.s)’den almıştır.

O da ÅŸeyhi Yekdest diye tanınan Ebü’l-Berekât Hâce Ahmed Efendi

Cüryânî (k.s)’den almıştır.

O da ÅŸeyhi, ÅŸeyh-i Rabbânî Ä°mâm-ı Mâsûm (k.s) diye isimlendirilen Muhammed

es-Semerkandî’den almıştır.

O da ÅŸeyhi, ÅŸeyh-i Rabbânî ve babası Müceddid-i Elf-i Sânî Mevlânâ Hâce

Ahmed el-Fârûkî (k.s)’den almıştır.

O da ÅŸeyhi Mevlânâ Hâcegî Emkenegî (k.s)’den almıştır.

O, ÅŸeyhi DervîÅŸ Muhammed Emkenegî (k.s)’den almıştır.

O, ÅŸeyhi Hâce Muhammed Zâhid (k.s)’den almıştır.

O da ÅŸeyhi gavsü’l-âzam ve kutb-i efham, mahzen-i esrâr, reîsü’l-ebrâr ve’lahyâr

Mevlânâ Hâce Ubeydullâh el-Ahrâr (k.s)’dan almıştır.

O, ÅŸeyhi ÅŸeyhü’l-vefâ Mevlânâ Hâce Yâkûb-i Çerhî (k.s)’den almıştır.

O, ÅŸeyhi sened-i evliyâ ve esfiyâ, uyûnu’l-muhakkikîn, vâris-i ulûm-ı enbiyâ

ve mürselîn, bu tarîkin kıblesi ve imâmı “NakÅŸbend” diye mâruf Hâce

Bahâü’l-Hak ve’d-Dîn Muhammed b. Muhammed el-Buhârî (k.s)’den almıştır.

O, ÅŸeyhi Emîr Gülâl (k.s)’den almıştır.

O da ÅŸeyhi Hâce Muhammed Baba Semmâsî (k.s)’den almıştır.

O da ÅŸeyhi “Azîzân” diye meÅŸhur Hâce Alî Râmîtenî (k.s)’den almıştır.

O ise ÅŸeyhi Hâce Mahmûd Encîr FaÄŸnevî (k.s)’den almıştır.

O, ÅŸeyhi Mevlânâ Hâce Ârif-i Rivgirî (k.s)’den almıştır.

29 en-Necm, 53/5.

Yusuf Turan Günaydın

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

228

O, ÅŸeyhi ârif-i evliyâ, imâm-ı etkıyâ, umde-i ehl-i kemâl ve zübde-i ashâb-ı

hâl, mâden-i yakîn ve irfân [9] reîs-i silsile-i Hâcegân, kutb-i Rabbânî Hâce

Abdülhâlık Gucdüvânî (k.s)’den almıştır.

O da ÅŸeyhi ÅŸeyhü’s-Samedânî Hâce Ebû Yâkûb el-Hemedânî (k.s)’den almıştır.

O, ÅŸeyhi Ebû Alî el-Fârmedî et-Tûsî (k.s)’den almıştır.

O ise ÅŸeyhi, ÅŸeyhü’r-Rabbânî Hâce Ebü’l-Hasan el-Harkânî (k.s)’den almıştır.

O, ÅŸeyhi ÅŸeyhü’r-rûhânî, sultânü’l-ârifîn, burhânü’l-vâsılîn Ebû Yezîd

Bistâmî (k.s)’den almıştır.

O da rûhâniyet yoluyla ÅŸeyhi imâm-ı ecel, hümâm-ı efdal, nûr-ı uyûn-ı

evliyâ ve nasbi ayni’l-mürtezâ fî ulûmi’l-esrâri’l-vâsık seyyidimiz Mevlânâ Câfer

es-Sâdık (radiya’llâhu anhü ve an kâffeti’l-evliyâ)’dan almıştır.

O, yüce cedlerinin verâsetiyle birlikte ilham yoluyla ÅŸeyhi ve annesinden

önceki ceddi Mevlânâ Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekri’s-Sıddîki’ÅŸ-Åžefîk

(radiya’llâhu anhü ve an kâffeti’s-sahâbeti ecmaîn)’den almıştır.

O da fukahâ-i seb’adan ve tabiînin en üstünlerinden olan ÅŸeyhi, mahbûb-i

Resûl-i Sakaleyn ve muhibb-i ceddi Haseneyn Selmân-ı Fârisî (r.a)’den almıştır.

Selmân (r.a), Nebiyy-i Ekrem (s.a.v)’in sohbetiyle ÅŸereflenmekle birlikte

tarîki, es-Sıddîku’l-Ekber ve’l-Atîki’l-Ethar (r.a)’den, o da Nebiyy-i Kerîm ve

mü’minlere rahîm, efdalü’l-enbiyâ ve’l-mürselîn, yaratılmışların bütününden

daha ÅŸerefli, burhânü’l-enbiyâ ve senedü’l-asfiyâ, Seyyidimiz, Seyyidü’l-

Evvelîn ve Mevlânâ Fahrü’l-Âhirîn, Noktatü’l-Evvel ve’l-Âhir ve Merkez-i

Ä°hâtatü’z-Zâhir ve Bâtın, Tâhir, Allah’ın sırlarını velîlere, nebîlere, müttakîlere,

mü’minlere göstermek için hidâyetiyle gönderdiÄŸi Muhammed Resûlullah ve

Habîbullah’tan almıştır.

Salavâtullâhi Teâlâ alâ Nebiyi-nâ ve aleyhim ecmaîn ve alâ âli-hî ve ehli beyti-hî ve

ezvâci-hî ve evlâdi-hî ve etbâi-hî ve eÅŸyâi-hî men tebia-hüm bi ihsâni ilâ yevmi’d-dîn.

Ve’l-hamdü li’llâhi Rabbi’l-âlemîn.

[10]

II. Silsile-i Hâcegândan DiÄŸer Bir Silsile

Emîn Efendi (k.s)’nin bir diÄŸer ÅŸerefli nisbesi de Hâcegân’dan Nebîh Efendi’dendir

(Allah onların sırların takdis etsin, sürekli kılsın ve bizi onların sırlarının

füyûzâtı berekâtıyla faydalandırsın).

Emîn Efendi ÅŸeyhim, senedim ve mesnedimdir. O Tarîk-ı Aliyye-i

NakÅŸbendiyyeyi Hâce Nebîh Efendi’den Ruhâ (Urfa)’da ahzeylemiÅŸtir. O, Allah

Ali Behcet Efendi ve Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’si

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

229

için çalışan âlim ve âriflerdendir. Allah sırrını takdîs eylesin.

O, ÅŸeyhi Hâce Alîmullâh Hindî’den aldı. O ise, tevhîdde mütebahhir ve

yakîn sırlarında ferîddi. NakÅŸbendiyye tarîkının esrârını Åžam’da yaymış, yüksek

makamlara çoklarını ulaÅŸtırmıştır.

Nebîh Efendi (k.s) ÅŸöyle anlatıyor:

“Ne zaman ki aklî ve naklî ilimleri tahsil ettim, bana tevhîdden bir müÅŸkil

ârız oldu. Üstâdıma -ki o asrının kibâr-ı ulemâ ve fuzalâsındandı ve döneminin

bir tânesiydi- sordum. Suâlimden sonra bana maksûdum için ÅŸöyle dedi:

“EÄŸer hallini dilersen Sûfiyye (rahime-hu’llâh)’nin kapısına git.”

Tefekkür ettim ve istihâre yaptım. Åžu âyet fikrime düÅŸtü:

“Ben Rabbime gidiyorum.”30

Bu âyet Ä°brahim Aleyhisselâm hakkındadır. O (böyle diyerek) o vakit

Åžam’a gitmiÅŸti. Ben de kalktım ve Åžam’a gittim. Ä°lâhî bir sevk ile Alîmullah

Hindî’ye kavuÅŸtum. Bana ârız olan meseleyi kendisine arzettim. Åžöyle dedi:

“Evlâdım, sana halveti gerekli görüyorum. Az bir müddet burada otur.

Allah müÅŸkilâtını sana açar ve diÄŸer müÅŸkilleri de keÅŸfettirir. Ledünnî ilimlerin

kapısını açar. MüteÅŸâbihâtın esrârını öÄŸretir. Hikmetlerin nüktelerini tesbît ettirir.

Büyük bir rahatlıkla tasrîhe kavuÅŸur, Kerîm olan Rabbinin tecellîlerini tanırsın.”

Sanmıştım ki bu kapı zâhiren ÅŸu duvardan bana açılacak… Oysa halvetteyken

az bir zaman yanımıza uÄŸradı ve ÅŸüphelerimi defetti, müÅŸkilâtımı halletti.

Anladım ki bu kelimeler baÅŸka bir âlemdendir. Sonra halvetten çıktım ve

bir zaman ona hizmet ettim. Åžöyle dedi:

“Ben sohbetle birlikte hizmet(i gerekli görürüm). Evlâdım, Ruhâ’ya git ve

Allah’ın kullarını müjdele. Onların Allah’a yolun en kolayıyla irÅŸâd et. Bu zikir

ve zikre yakın ÅŸeyler yoludur.”

Ve Ruhâ’ya gittim.

Alîmullah Hindî, tarîkı ÅŸeyhi, senedi Abdülgafûr-ı Lahôrî (k.s)’den almıştır.

O da ÅŸeyhi Cemîlullah diye adlandırılan Mirzâ BeÄŸ (k.s)’den almıştır.

O da vüsûl sırları konusunda mükemmil, Resûl’ün izinde olan ÅŸeyh-i kâmil

Fazlullâh-ı Serhendî (k.s)’den almıştır.

O da ÅŸeyhi Miyân Mâsûm (k.s)’dan almıştır.

30 es-Saffât, 37/99. Hz. Ä°brahim’in dilinden aktarılan bu âyetin devâmı ÅŸöyledir “O bana doÄŸru

yolu gösterecek. ‘Rabbim! Bana Sâlihlerden olacak bir evlât ver’ dedi.” (Böylece Hz. Ä°brahim kâfir

diyarından hicret ederek Åžam’a gitti). Bk. Ali Özek vd., Meâl, Medîne 1987, s. 440.

Yusuf Turan Günaydın

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

230

 

III. Mevlevî Nisbesi

En hakir bir fakir olan benim bir diÄŸer ÅŸerefli nisbetim de rûhâniyet yoluyla

Hazret-i Mevlânâ (k.s)’dandır.

Sübhâne Rabbi-ke Rabbi’l-Ä°zzeti ammâ yasifûn ve selâmun ale’l-mürselîn ve’lhamdü

li’llâhi Rabbi’l-Âlemîn. Âmîn.

Bi’smi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.

Mevlevî Tarîkatı nisbesini Åžeyh Alâaddîn Çelebi Efendi’den almış bulunuyorum.

O, babası Çelebi Efendi’den almıştır.

O da Åžeyh Muhammed Ârif Çelebi Efendi’den, ve o da babası Sadreddîn

Çelebi Efendi’den almıştır.

O, babası Åžeyh Bostan Çelebi Efendi’den, o Åžeyh Abdülhalîm Çelebi Efendi’den

almıştır.

O da Åžeyh Hüseyin Çelebi Efendi’den, o Åžeyh Ârif Çelebi Efendi Ä°bnü’lÇelebi

Bahâeddîn’den, o, Åžeyh Ebû Bekr b. Ferruh Çelebi Efendi’den, o, Åžeyh

Bostan Çelebi Efendi-i Kebîr’den, o, babası Åžeyh Ferruh Çelebi Efendi’den, o,

babası Åžeyh Hüsrev Çelebi Efendi’den, o Åžeyh Hüsrev Çelebi b. Kadı PaÅŸa’dan,

o, Åžeyh Cemâleddîn Çelebi Efendi’den, o, babası Åžeyh Emîr Âdil Çelebi’den, o,

Åžeyh Emîr Ârif-i SaÄŸîr b. Âdil Çelebi’den, o Åžeyh Emîr Âlim Çelebi, o Åžeyh Emîr

Âdil-i Kebîr Çelebi Efendi’den, o, Åžeyh Bahâülmille Çelebi Efendi’den ve o,

Åžeyh Emîr Vâcid [12] Çelebi Efendi’den, o Åžeyh Åžemseddîn Emîr Âbid Çelebi

Efendi’den, o, Åžeyh Celâleddîn Emîr Ârif Çelebi Efendi’den ve o babası

Bahâeddîn Sultan Veled Çelebi Efendi’den, ve o Åžeyh Hüsâmeddîn Çelebi

Efendi’den ve o Kutbu’l-Vâsılîn, Gavsü’l-Ârifîn Mevlânâ Hudâvendigâr Muhammed

Celâleddîn’den, o. Seyyid-i Sırdân Burhâneddîn Muhakkik-i

Tirmizî’den, o, Sultânü’l-Ulemâ Bahâeddîn’den, o. Åžemsü’l-Eimme Ä°mâm

Serahsî’den, o, Åžeyh Ahmed el-Hatîbî’den, o Åžeyh Ahmed el-Gazâlî’den, o Åžeyh

Ebû Bekr en-Nessâc’dan, o Åžeyh Muhammed ez-Zeccâc’dan, o Åžeyh Åžiblî’den, o

Åžeyh Cüneyd-i BaÄŸdâdî’den, o Åžeyh Seriyyü’s-Sakatî’den, o Åžeyh Mârûf-i Kerhî’den,

o Åžeyh Dâvûd-ı Tâî’den, o Åžeyh Habîb-i Acemî’den, o Åžeyh Hasan-ı

Basrî’den, o Ä°mâm Alî b. Ebû Tâlib’den ve o, Seyyid-i Âlem Åžefîü’l-Ümem, Seyidimiz

Muhammed -salla’llâhu Teâlâ aleyhi ve selem-’den almıştır.

Allahım, bizi onlar sayesinde faydalandır, bizlere berekâtından feyiz ver.

Âmîn, yâ Muîn.

 

Kelimât-ı Kudsiyye Åžerhi

Bi’smi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.

Ali Behcet Efendi ve Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’si

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

231

Hazret-i Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî (Kuddise sirru-hu’s-Sübhânî)’nin el-

Kelimâtü’l-Kudsiyyetü’l-Me’sûre’sini ÅŸerhe baÅŸlıyoruz. Bu zât, tâife-i aliyye-i

NakÅŸbendiyyenin reîsidir.31

Åžerhedilecek kelimeler; yâd-kerd, bâz-keÅŸt, nigâh-dâÅŸt, yâd-dâÅŸt, HôÅŸ derdem,

sefer der-vatan, nazar ber-kadem, halvet der-encümen, vukûf-i kalbî, vukûf-

i zamânî, vukûf-i adedî.

[13]

Ma’nâ-yı yâd kerd: Kalb ile ya lisân ile ÅŸeyhten aldığı zikri ale’d-devâm

tekrâr etmektir. Hattâ huzûr-ı dâimî hâsıl olmak için Hazret-i Åžâh-ı NakÅŸbend

Efendimiz buyururlar ki; “Zikirden maksûd, kalbin dâimâ Hakk ile hâzır olmaktır,

muhabbet vasfıyla… Zîrâ zikr demek tard-ı gaflet demektir.”

Bâz-dâÅŸt:32 Yânî her hâlde alâ vechi’l-inkisâr ve’t-tazarru’, Allah Teâlâ’ya

rücû etmek demektir. Husûsan; “Rabbini unuttuÄŸun zaman…”33

Ve akîb-i rücûda diye: “Ä°lâhî ente maksûdî ve rizâi-ke matlûbî”34 diye tazarru

ve niyâz eyleye.

Nigâh-dâÅŸt: Mânâsı demek olur ki, kalbin kapısına nâzır olup zikreder iken

aÄŸyârı def’e gayret etmektir. Zîrâ aÄŸyâr mülâhazası zâkiri iÄŸfâl eder. Gafletle

zikirde fâide olmaz. Ekâbir indinde gâyet güçlü35 pehlivân gerektir ki tard-ı

gaflet ede.

Yâd-dâÅŸt: Devâmü’l-huzûr maa’l-Hak Sübhâne-hû alâ sebîli’z-zevk.36

HôÅŸ der-dem: Yânî nefsin duhûl ve hurûcuna muttali ola. Gafletle girip

çıkmaya. Hak’tan âgâh olarak girip çıka. Hazret-i Åžâh Efendimiz buyururlar ki;

“Mürîde vâcibdir ki mâ-beyne’n-nefseyn gaflet dâhil olmaya ki meleke-i huzûr

ele gire.”

Sefer der-vatan: Yânî tabîatten rûhâniyyete ve sıfât-ı zemîmeden ahlâk-ı

ilâhiyyeye nakildir.

Nazar ber-kadem: Yânî hazer ani’t-tefrika.37 Zîrâ nazara tefrika düÅŸerse

kalbe dahi tefrika düÅŸer. Huzûr ve cemiyete bir vechile halel vermeye demektir.

Ve nev’an-mâ zillet ve meskeneti dahi îmâ eder.

Halvet der-encümen: Yânî halk arasında Hakk ile halvet etmelidir. Åžu rütbe

ki; halkın haletesı huzûra mâni olmaya. Belki hemm ü gam ve elem zuhû-

31 Bu giriÅŸ cümleleri metinde Arapçadır.

32 Bu terim “Bâz-keÅŸt” olmalıdır.

33 el-Kehf, 18/24.

34 Sûfî virdi: “Allahım sen benim maksûdumsun ve benim matlûbum senin rızandır.”

35 Metinde okunamayacak durumda olan kelimenin yerine mânâya uygun bu kelimeyi biz

koyduk.

36 “Zevk yoluyla Hak Sübhânehûnun birlikteliÄŸiyle huzûrun devâmı.”

37 “Tefrikadan kaçınmak.”

Yusuf Turan Günaydın

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

232

runda dahi huzûra fütûr gelmeye demektir. Göz aÄŸyârda, dil yarda gerektir.

Vukûf-i zamânî: Her akÅŸam nefsini hesâba çekmektir. Bu akÅŸama dek

a’mâl-i hayriyyeden ne amel ettin diye… Amellerin başı Hak’tan âgâh olduÄŸun

hâlde mi akÅŸam oldu, yoksa gafletle mi? Birine ÅŸükür, birine [14] nedâmet ve

yine niyet ede ki, Allah Teâlâ’nın tevfîkiyle bundan böyle âgâhlığla eyyâmgüzâr

olayım diye demektir.

Vukûf-i adedî: Berâ-yı nefy-i hâtırdır.

Vukûf-i kalbî: Ä°stihkâm-ı huzûrdur. Dahi tedkîk edip zikr ÅŸâyet bir garaz

ve bir emel için olmaya demektir.

Hazret-i Åžâh Efendimiz habse ve vukûf-i adedîye nâzır olmadı. Vücûb tarafı

gâlib oldukta lâzım olmamak gerektir. Hücûm-ı zevk-ı riâyet adede mâni’olur.

Ammâ imkân tarafı gâlib olursa riâyet olunsa fâideden hâlî olmaz.

Dikkat olunsun; Kelimât-ı Kudsiyye’nin mecmûu nefy-i havâtır ile kalb,

Hakk ile hâzır olmak mânâsından ibâret olur.

Pes dervîÅŸe vâcibdir ki, dâimâ kalbin nigeh-bân ve pâs-bân ve hâfızı olup

merâtib-i zikrin derece-i ulyâsına ve zirve-i âlâsına urûc ile ber-murâd ve berhûrdâr

olup tecellî-i zâttan bir cür’aya mâil ve medhûÅŸî-i müdâm sırr-ı vahdete

vâsıl olmaÄŸa sarf-ı nakdîne-i himmet eyleye. Hudâ’nın tevfîki ile esbâbından

tekâsül etmeyip her dem ve her ân Hudâ’dan Hudâ’yı isteye. Ve dâimâ hukûk-ı

selâseye riâyette kusûr eylemeye.

Hukûk-ı selâse nedir?

Hakk’ın hakkı ve nefsin hakkı ve sâirin hakkı.

Hakk’ın hakkı celî ve hafî ÅŸirk etmemektir. Nefsin hakkı dâimâ saâdetini

taleb eyleye. Ve sâirin hakkı, mesnedine ve rütbesine göre hürmet ve îtibâr etmektir.

Hattâ o da hirrenin ve sokakta yelekenin hakkına iktizâ ettikte riâyet

edip edâ eyleye. Ehlinin ve iyâlinde olan kimselerin hakkına ÅŸer’-i ÅŸerîfin emri

üzere riâyet eyleye. Hâsılı her husûsta adâlete mülâzım ola.

Pes ahlâk-ı hasene tahsîli âsân olur ve ahlâk-ı ilâhiyye ile tehalluk eder.

Ä°mdi abdin Hak yanında makbûliyeti ahlâk-ı hasene iledir. Mâdâm ki ahlâkı

güzel deÄŸildir, ameli her ne kadar çok olsa dahi netîcesi olmaz. Zîrâ esâs-ı

tevhîd tâbîr olunur. Dâimâ her taraftan yânî her mahzardan Hakk’ı görmek

[15] ve Hak’tan iÅŸitmek ve her husûsta Hakk’a îtikâd etmek olduÄŸu gibi zevk-ı

tevhîd müyesser olmaz. Ä°ÅŸte bu vefâ ve sika ve teslîm dâiresindedir.38

Âriflerin büyüklerinden iÅŸittim, kitaplarında ÅŸöyle derler:

Günlerden bir gün sahrâda büyük bir sahre buldum. Oraya yaÄŸmur yağıyordu.

Åžöyle ki: Bu senin karihan, Allah’ın emrinden uzaklığına delîl olan bir

38 Metinde bundan sonraki paragraflar Arapçadır.

Ali Behcet Efendi ve Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’si

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

233

ÅŸeydir. Senin elindeki ÅŸey üzere sükûnun, Allah’a güveninin azlığına delildir.

Ä°nsanlara ÅŸiddet hâlinde rücû’un ise Allah’ı bilmediÄŸine delildir. Ä°ntehâ.

Bu ÅŸaşılacak bir ÅŸeydir ve garip bir vaazdır. Kalp gözünü aç; tâ ki murâdının

dizginini ele alasın. Besâir ehlinden ol, fakat gaflet ve cebâbir ehlinden olma.

39

Tevhîd ve Nevileri

Tevhîd üçtür:

1. Tevhîd-i ef’âl: Meselâ Rabbü’l-Âlemîn ism-i Müntakim’den tecellî buyurdukta

bir kimse yüzünden sana o kimse bir tokat vurursa ‘Rabbim

bana Müntakim isminden tecellî etti’ [deyip] o fiili Hâlik’ten bilirsin.

Her ne kadar abdden sâdır oldu ise de Hâlik-ı Küll-i Åžey’e intikal edersin.

Bu vechile abde infiâl yoktur. EÄŸer infiâl eder isen ef’âli tevhîd etmemiÅŸ

olursun.

2. Tevhîd-i sıfât: Yânî ne kadar kemâlât var ise Allah Zü’l-Celâl ve’l-

Kemâl’e isnâd edersin ve hasredersin. Her ne kadar kemâlâta âlem

mahzar olmuÅŸ ise de her mahzardan Zâhir’i görürsün, mahzarı görmezsin.

Bunlar zevken fehmetme ile olur. Hudâ’nın tevfîki yar ve yâver

oldukta zevken fehm olunur. Ve illâ ilmen fehmolunsa lezzeti olmaz.

Verâ-yı perdede bir ÅŸey fehmolunur; galat ve sakîm bir ÅŸey olur;

zîrâ akla gelmez.

3. Tevhîd-i Zât demek Allah’tan gayri mevcûd yoktur, demektir. Bu dahi

[20] mertebe-i sâniyeden o kadar ba’de’l-mücâhede fehmolunur.

Hâzâ takrîru ÅŸeyhi-nâ ve seyyidi-nâ ve Mevlânâ Hâce Alî Behcet Efendi -

kaddesa’llâhu sirre-hû ve nevvere merkade-hû, Âmîn yâ Muîn.40

 

Na‘t-ı Åžerîf

Kûy-ı mihrinde garîbim bî-nevâ geldim sana

Ben vatandan fâriÄŸem vuslat-serâ geldim sana.

EÅŸk-i dîdem harc-ı râhım müctebâ geldim sana

Hayli dem fürkat-güzâr u mübtelâ geldim sana.

BaÅŸ açık, yalın ayak, yüzüm kara geldim sana

Ey gürûh-ı enbiyâya pîÅŸüvâ geldim sana.

39 Arapça bölümün sonu.

40 Bu takrir ÅŸeyhimiz, seyidimiz, efendimiz Hâce Ali Behcet Efendi’nindir. (Allah sırrnıı takdîs

etsin ve kabrini nurlandırsın. Âmîn ey yardımını esirgemeyen Allah’ım.)”

Yusuf Turan Günaydın

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

234

Âb ü tâb- ı her dü-âlem nûr-ı ezkârın senin

Hâr-ı gülÅŸen görmedi bu bülbül-i zârın senin.

Åževket-i bâÄŸ-ı vesîle feyz-i gülzârın senin

Her makâmın bir gülüdür vech-i esrârın senin.

Zerre-i her gevherem bir ÅŸems-i tâbân eylesen

Bir çerâÄŸ-ı bî-hicâb-ı dîde-i sûzân eylesen.

Gâr-ı arÅŸ-ı menzilet ol câh-ı âlî hakkına

Ankebût-ı nâsicin beyt-i visâli hakkına.

Ol refîk-i perdesiz seyr-i cemâli hakkına

Onda mi’râcın hemân hûtun misâli hakkına.

[21]

Koma yolda rakîb-i kusvâ elim al el-amân

Kat’-ı menzil edeyim bî-pâ elim al el-amân.

Sen kaba bî-nâz iken bir mecma‘-i nûr eyledin

Gördü Behcet minber ü mihrâbı pür-nûr eyledin.

Ol cemâat içre gûyâ ÅŸîve-i tavr eyledin

“Len-terânî” var iken Mûsâ’yı mesrûr eyledin.

Arz olundu hep tecellî-i celâl-i zâtına

Âşık idi ol kemâlât-ı cemâl-i zâtına.

Bu hubâb-ı bahr-i imkân bezminin peymânesi

CünbüÅŸ-i mevc-i peyâ-pey isminin mestânesi.

Rahmet-i Hak her deminde rahmının dîvânesi

Feyz-i akdes bu çerâÄŸ resminin pervânesi.

Yâ Resûla’llâh geldim aslıma eyle kabûl

Fer‘ini hubb-i vatandan reddedip etme melûl.

Ä°ÅŸbu Risâle-i NakÅŸbendiyye bin iki yüz altmış senesi sâye-i hümâ-vâyesi

zillu’llâhîde Rebîü’l-evvelin evâhirinde resîde-i hatt-ı hitâm olmuÅŸtur.

Özet:

Ali Behcet Efendi [1727-1822/23] 19. yüzyılda yaÅŸamış âlim, ÅŸâir ve sûfî bir kiÅŸiliktir. Önce

Mevlevî erkânı üzere tasavvufî eÄŸitim almış ve daha sonra bir Kadirî-NakÅŸbendî ÅŸeyhine

intisap ederek eÄŸitimini ilerletmiÅŸtir. Bu sebeple o, Mevlevîlikle NakÅŸbendîliÄŸi kaynaÅŸtırmış

bir sûfî kabul edilmektedir. Matbu tek eseri olan Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye, taAli

Behcet Efendi ve Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye’si

Tasavvuf: Ä°lmî ve Akademik AraÅŸtırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17

235

savvuf anlayışını, vârisi olduÄŸu silsileleri ve bâzı ÅŸiirlerini ihtiva etmektedir. Bu araÅŸtırma

Ali Behcet Efendinin hayatını ve eserlerini konu alan bir giriÅŸle birlikte Risale’sinin çevrim

yazı metninin neşrinden oluşmaktadır.

 

BÄ°BLÄ°YOGRAFYA

Ali Behcet Efendi, Risâle-i Ubeydiyye-i

NakÅŸbendiyye, Matbaa-i Âmire, Ä°stanbul

1260.

Allah Dostları Ansiklopedisi, c. IX, ss. 366-368.

Azamat, Nihat, “Ali Behcet Efendi”, DÄ°A, c.

II, ss. 382-383.

Behcetî Ä°smail Hakkı el-Üsküdarî, Merâkid-i

Mu’tebere-i Üsküdar, haz.: Bedi N.

ÅžehsuvaroÄŸlu, Türkiye Turing ve

Otomobil Kurumu Yay., Ä°stanbul 1976.

Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri,

c. I, ss. 63-64.

Butrus Abu Manneh, “The Naqshbandiyya-

Mujaddidiyya in the Otoman Lands in

the Early 19th Century”, Die Welt des

Islams, 1982, XXII, 1-4, ss. 1-36.

Fatîn, Tezkire, s. 306

Gölpınarlı, Abdülbâki, Mevlânâ’dan Sonra

Mevlevîlik, Ä°nkılâp ve Aka Yay., 2. bs.,

Ä°stanbul 1983.

Haksever, Melahat, Ali Behçet Efendi ve -

Risâle-i Ubeydiyye-i NakÅŸbendiyye Adlı

Eserine Göre- Tasavvuf Anlayışı, (Basılmamış

Yüksek Lisans Tezi), Ankara

2001.

Işın, Ekrem, “Ali Behçet Efendi”, YaÅŸamları

ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi,

Yapı Kredi Yay., İstanbul 1999, c. I, s.

197.

Kehhâle, Mu’cemü’l-müellifîn.

Konyalı, Ä°. Hakkı, Âbideleri ve Kitabeleriyle

Üsküdar Tarihi, Ä°stanbul 1976.

Küçük, Sezai, MevlevîliÄŸin Son Yüzyılı,

Simurg Yay., Ä°stanbul 2003.

Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, Sebil

NeÅŸriyat, Ä°stanbul 1999.

Özdamar, Mustafa, Dersaadet Dergâhları,

Kırkkandil Yay., İstanbul 1994.

Polat, Selahattin, “Behçet Ali Efendi”, Evliyalar

Ansiklopedisi, Tercüman Yay., Ä°stanbul

1990, c. I, s. 117.

RevnakoÄŸlu, C. Server, Ali Behcet Efendi

Dosyası, Dîvan Edebiyatı Müzesi, no.

B. 232.

Vassâf, Hüseyin, Sefîne-i Evliyâ, çev.: Mehmet

AkkuÅŸ-Ali Yılmaz, Sehâ NeÅŸriyat,

Ä°stanbul 2000.

Zâkir Åžükrî, Mecmûa-i Tekâyâ, haz.: Serhan

TayÅŸi, Ä°stanbul 1989.