Bir bostan, bir insan



Bir bostan, bir insan


Bir bostan, bir insan

Kuzguncuk’ta Ä°lya’nın Bostanı olarak bilinen BoÄŸaz’ın son yeÅŸil alanlarından biri, on yılda bir Vakıflar Genel MüdürlüÄŸü tarafından imara açılmak isteniyor. Bostanın sahibi çok, başında kavga da.Vakıflar, Kuzguncuklular, varisler… Ä°ÅŸin peÅŸine düÅŸünce görülüyor ki bu bostanda bir de ömrünü burada geçiren, meyve aÄŸaçlarına dadanan çocukları kovalayan, karşılıksız bir aÅŸk yaÅŸayan, akrabaları gitse de yalnızlığı göze alarak ülkesini terk etmeyen bir insan ve babası ‘firari’, kendisi ‘vatan haini’ ilan edilen bir Rum aileyi mülksüzleÅŸtirmenin acımasız öyküsü de var; hem de belgeleriyle…

Sevgi Halime Özçelik

 

Gül, ey saf çeliÅŸki, nice göz kapağının altında

hiç kimsenin uykusu olmamanın sevinci”

Bir de Ä°lya vardı, dedim kendi kendime. Bostandaydık. Etraf her yaÅŸtan Kuzguncuklularla kımıl kımıldı. Kimi üst teraslardan getirilen bambuları dikiyor, kimi küçük hobi bahçeleri oluÅŸturuyordu. Çocuklar kendi hallerinde toprakta eÅŸeleniyor, kimse onlara aman ha demiyordu. OrtaklaÅŸa iÅŸ yapan insanların sevinçli sesleniÅŸleri, hafifleyen ruhları göÄŸe doÄŸru ağıyordu. Arkadaşımla birlikte yeni keÅŸfettiÄŸimiz çitlembik aÄŸacının esrikliÄŸiyle çocuklar gibi ÅŸen, yediÄŸimiz meyvelerin çekirdeÄŸiyle birbirimizi vurmaca oynuyorduk. Birden gözüm Ä°lya’nın barakasına takıldı. Ä°çim pır etti. Aha, dedim, ÅŸimdi Ä°lya dışarı fırlayacak ve “Sizi gidinin çocukları…” diye bizi elinde sopayla kovalayacak.

Nicedir, bir de Ä°lya vardı, diyorum kendi kendime. Bostan var ama bir de Ä°lya vardı. Bu dünyadan bir de Ä°lya geçti. Başında bunca gümbürtünün koptuÄŸu bostan Ä°lya’nındı. Burda yaÅŸadı, burda öldü.

Kayıp zamanın peÅŸinde, belki de beyhude bir çabayla Kuzguncuk sokaklarında Ä°lya’yı arıyorum.

ilyanın bostanı

Akislerin sönerken

Sen kimdin Ä°lya? Bir ömrü bu sokaklarda nasıl tükettin? Hayatı bildiÄŸin gibi mi yaÅŸadın, verildiÄŸi gibi mi? Bir ömrü bir bostana adamak için bilge mi olmak lazım, umarsız mı?

Önce delikanlı adımların rüzgâr gibi geçti bu sokaklardan. Sonra yetiÅŸkin bacakların düÅŸüncelerinin ritmine uyarak bazen hızlı, bazen yavaÅŸ adımladı bu sokakları. Bedenini taşımakta zorlanan yaÅŸlı bacakların sürüklenerek geçti genç adımlarının telaÅŸlı, umutlu izlerinden. Ömrüne ÅŸahit olan bostan, Kuzguncuk’un aÄŸaçları senin gözlerinin, sesinin, elinin izini taşıyor hâlâ. 

1329 (1911) Arnavut Leskoçya doÄŸumluymuÅŸsun. Bostana el koymak için tahkikat yapan polisin raporu öyle diyor. 14 yaşında gelmiÅŸsin ailenle birlikte Arnavutluk’tan. 1932 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaÅŸlığına girmiÅŸsin. SavaÅŸ dönemi çocuÄŸusun ve tüm hayatın savaÅŸların, soÄŸuk savaÅŸların gölgesinde geçmiÅŸ neredeyse. Balkan SavaÅŸları, Birinci Dünya Savaşı, Ä°kinci Dünya Savaşı, 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs olayları…

Zakire Büyükfırat, “Klaus Kinski’ye benzerdi,” diyor senin için, “Kumral, mavi gözlü, ince, uzun boylu yakışıklı bir adamdı.” Ama seni tanıyanlar genellikle dediÄŸim dedik, biraz aksi bir adamdı diye anıyorlar. Kuzguncukluların belleÄŸinde çok çalışkan, her haliyle bir toprak insanı, ya bostanda ya bostanın önündeki küfelerin başında ama her daim bostanla bütünleÅŸik bir Ä°lya fotoÄŸrafı bırakmışsın. Bostan senin mütemmim cüzün gibi.

Kuzguncukluların dilinde önce Ä°spiro’nun Bostanı olmuÅŸ orası, sonra Ä°lya’nın Bostanı. Baban Ä°spiro ölünce onun bostanını, hayatını ve en son da mezarını devralmışsın. Babanla seni birlikte hatırlayan kimse yok. Muhtemelen ölümünden sonra geldin bostana. Kader birliÄŸiniz babanla kalmayı seçtiÄŸin gün baÅŸlasa da baÅŸka hayatlar peÅŸinde Ä°lya olmaya çalıştığın yıllar olsa gerek uzakta geçen zamanlar. GarsonluÄŸun bu döneme rastlıyor.

Mustafa Aysal’ı biliyorsun. 1967′de senin yanında çalışmaya baÅŸlamış. 1970′te askere gidip yine senin yanına dönmüÅŸ. GeliÅŸ o geliÅŸ. Sen ölene kadar aynı evde yaÅŸayıp, aynı bostanda çalışmışsınız. Mustafa Aysal senin yanında büyümüÅŸ, hastalığında saÄŸlığında sana bakmış, can yoldaşı olmuÅŸ. Bostanın içindeki barakanın bir odasında sen, iki odasında o ailesiyle kalmış. Senin odan bir masa, sandalye ve yataktan ibaretmiÅŸ. Hepsi o kadar. DoÄŸanın ritmiyle çalışmış, doÄŸanın ritmiyle yaÅŸamışsınız. Bostanın karıklarının yapımı, ekimi dikimi, sulaması, ürünlerin devÅŸirilmesi, satılmasıyla günler, aylar, yıllar ve hayat geçip gitmiÅŸ.

Mustafa Aysal hâlâ aynı dinginlikte bir hayat sürüyor. Artık emekli, torun torba sahibi, güleç yüzlü, sakin, huzurlu bir adam. Birlikte uzun bir hayat yaÅŸadığınız halde aÄŸzından seninle ilgili olumsuz bir söz çıkmıyor. “Ä°yi adamdı, kimseye zararı dokunmazdı.” diyor yalnızca. Anlaşılan uzun boylu muhabbetleriniz, yarenliÄŸiniz olmamış. Belki de bütün olaÄŸan ailelerdeki kadar ancak.

Annen Victoria ve aÄŸabeyin Grigor önce Arnavutluk’a geri dönmüÅŸler, sonra Amerika’ya göçmüÅŸler. Baban Ä°spiro ve sen Türkiye’de kalmışsınız. Ne oldu da böyle parçalandı aileniz? Anneni bir daha görmedin sanırım. Abinle haberleÅŸtiÄŸini, yeÄŸeninin bir kez birkaç saatliÄŸine seni ziyarete geldiÄŸini Mustafa Aysal hatırlıyor. Babanın ölümüyle tek başına kalakalmışsın bu memlekette.

ilyanınevi2

Benim güzel manolyam

Neden hiç evlenmedin Ä°lya? Bir kara sevdaya mı tutuldun? Belki de hayat senin sandığından çabuk geçti, çok ÅŸey için daha vakit var sandın. Lefteriya ÇakıroÄŸlu desem ne dersin? Kalbin cız eder mi?

Lefteriya Hanımla görüÅŸtük geçenlerde, Kuzguncuk’ta bir çay içtik. Senden söz ettik. Lefteriya Hanım ÅŸimdi yetmiÅŸ dört yaşında ama sesinde, edasında genç kız ruhunun tazeliÄŸi, neÅŸesi var. Biliyor musun, Lefteriya Hanım her pazar ayine Kuzguncuk’a geliyor. Hem de evinin hemen yanında kilise olduÄŸu halde. Bahar ve yaz günlerinde de onca Ä°stanbul trafiÄŸini aşıp sahilde çay içip gazete okuyor. Kalbi hâlâ Kuzguncuk’la atıyor.

Sen kırkında, o on sekizindeyken nasıl ona tutulduÄŸunu, sevda ateÅŸini küçük küçük hediyelerle nasıl onun kalbinde de tutuÅŸturmaya çalıştığını anlattı. Ä°sim günlerinde kalabalık sofralar kurarmışsın. Kuzguncuk’taki bütün dostların gelirmiÅŸ. Lefteriya Hanım, “Sesim çok güzeldi, ÅŸarkı söylemeyi severdim.” diyor. O sofralarda daBenim Güzel Manolyam‘ı söylermiÅŸ. O günlerde mi âşık oldun ona? Kapının önündeki manolyanın kokusunu içine çeke çeke hayallere daldın mı? Sen kırkında, o on sekizindeyken… Ä°steyip de hayır cevabını aldığında içinde bir kırık ümit var mıydı yine de? Lefteriya Hanım, bu deli adam bana bostanın önünde marul sattırır diye istemedim ben diyor. YaÅŸ farkı da önemli bir faktör olmuÅŸ. Sonra zaten kısmeti çıkmış, onun da gönlü yatmış. DoÄŸrusu öfken âşıklara yaraşır olmuÅŸ. Protestonu bir tebligatla bildirmiÅŸsin hemen: Tez zamanda ev boÅŸaltıla! Neyse ki abileri seni ikna etmiÅŸler. Yoksa sen de bilirdin elbet, evi boÅŸaltmakla kalbini boÅŸaltamayacağını.

DüÄŸününe gitmemiÅŸsin ama gümüÅŸ çatal kaşık seti göndermiÅŸ, bu gönül defterini asil bir ÅŸekilde kapatmışsın. Bunu takdirle söylüyor, Lefteriya Hanım. Muhtar Ali Faik, Lefteriya Hanıma takılmaktan kendini alamıyor. “Lefto, Ä°lya’yı alaydın ÅŸimdi bostan sorunumuz olmayacaktı!” diyor. Lefteriya Hanım gülümsüyor, baÅŸka bir ÅŸey demiyor.

Ey gül, saf çeliÅŸki…

Ä°çine kapalı biriymiÅŸsin, bilinen ilk ve son sevdalanman Lefteriya Hanım. Ayinlerde, yortularda özenle giyinen yakışıklı Ä°lya’yı sinemalarda, piyasalarda hatırlayan yok. Ama Naci’nin kahvesinde piÅŸpirik oynamayı severmiÅŸsin. Bir grubun varmış. Kazanınca sevinir, kaybedince çamura yatarmışsın. Kahvedekiler seni kızdırmakta ustaymış.

Seni tanıyanlar cömert bir insan olarak hatırlıyor. Mehmet Ünver, “Davet edildiÄŸi düÄŸünlere ya da sünnetlere hep en iyi hediyeyi getirirdi. ÖrneÄŸin; ablamın düÄŸününde ütü hediye etmiÅŸti. O zamanın en pahalı hediyesiydi.” diyerek seni yadediyor.

Ömer Bey de yaÅŸlılık günlerinde bile sepetine doldurduÄŸun incirleri, hurmaları ayağını sürüye sürüye ta BeÅŸiktaÅŸ’a getirmeni unutamıyor.

Ama Victoria Temel’e kök söktürmüÅŸsün doÄŸrusu. Bostan Sokak’taki evinde 15 yıl kiracı olarak oturan Victoria Hanım, diÅŸinden tırnağından artırıp evini peyderpey tamir ettirmiÅŸ, tam keyifle oturacağı kıvama getirmiÅŸ ki sen baÅŸlamışsın çık, çık diye başının etini yemeye. Onu çıkarıp daha yüksek bir fiyata kiraya verecekmiÅŸsin. Aman zaman da dinlememiÅŸsin, hayatını zehir etmiÅŸsin. “Allah için kimseye bir zararı dokunmazdı ama bizi de ev sahibi yaptı bu aksiliÄŸiyle.” diyor, Victoria Hanım. Bir de yazın sobanın içine sakladığın paraları kışın unutarak yaktığın söylentisini gülerek anlatıyor.

En sevdiÄŸin renk, yeÅŸil ve mavi miydi Ä°lya? Yer yeÅŸil, gök mavi. Yerle gök arasında kaybolmuÅŸsun. Bostanda akÅŸamları kurduÄŸun rakı sofralarında, okka güllerin kokusu ve bülbül sesleri eÅŸlik etmiÅŸ yalnız sana. Hiç efkârlandın mı bu sofralarda bülbüllerin sesini dinlerken? Nice göz kapağının altında hiç kimsenin uykusu, sevinci, derdi tasası olmadığını bilmek seni hüzünlendirdi mi? Ä°stediÄŸin gibi mi yaÅŸadın bostanında? Kendi göÄŸündeki bir kuÅŸ kadar hür.

ilyahurma2Kov bostancı danayı

Lefteriya Hanım, baban Ä°spiro’yu da hatırlıyor. Mahallenin çocukları önceleri babanı, sonra seni kızdırmak için hep “Ä°spiro, hırsız var!”, “Ä°lya, hırsız var!” diye bağırırlarmış.

Ah, o çocuklar! Kaç nesil büyüttün Ä°lya, gözü hep senin bostanında olan? Hiç büyümeyen, yerleri hiç boÅŸalmayan. O çocuklar ÅŸimdi seni sevgiyle anıyorlar. Bostana nasıl daldıklarını, erikleri, hurmaları nasıl çaldıklarını, yakalanma korkusuyla nasıl titrediklerini gülerek anlatıyorlar. Bir daha aynı tadı bulamadıkları erik, hurma, nar, incir tadı hâlâ damaklarında.

Mehmet Ünver’i hatırlıyor musun Ä°lya? Ä°ÅŸte o çocuklardan biri. Bostana kuÅŸbakışı bir evde doÄŸup büyümüÅŸ. Åžimdi yazar. O günleri ve seni sevgiyle anıyor. Bostan bütün çocukların heyecan yaÅŸama alanıymış. Gizlice girerek çalınan eriklerin unutulmaz tadında adrenalinin de katkısı olsa gerek. Ama çekirge bir sıçrar, iki sıçrar deÄŸil mi! Ä°ÅŸte o üçüncü an: “Kendi bahçemizde çok sayıda erik aÄŸacı olduÄŸu halde Ä°lya’nın bostanına dalıp, oradaki erikleri araklamak vazgeçemediÄŸimiz bir tutkuydu. Bayılırdık buna. Bir seferinde Ä°lya bizi yakaladı. Bir arkadaşımız aÄŸacın tepesinde kaldı, bizler kaçtık. Arkadaşımız korkudan çığlıklar atıyordu; fakat Ä°lya ona bir ÅŸey yapmadı.” diyerek günlerden bir günü hatırlıyor.

Mehmet Ünver’in azabı kaçmakla bitmemiÅŸ elbet. Her ÅŸeyin bir bedeli var. Erik hırsızlarının kimlikleri tespit edilince annesi uzun süre bostana tek başına alışveriÅŸe gönderememiÅŸ onu. “Derken bir gün annemle birlikte gittik. Ä°lya beni görünce hediye olarak birkaç avuç erik verdi. Ben de utanıp istemezlik havalarına girdim. Bunun üzerine bana gülerek, ‘AkÅŸama kadar benim aÄŸaçların tepesindesiniz, utanma hadi al’ dedi.” Daha büyük çocuklar sonbaharda hurma aÄŸaçlarını yaÄŸmalarlarmış. Geç saatlerde bostanın ortasındaki narlara da dalanlar olurmuÅŸ. Kim baÅŸa çıkabilir ki çocuklarla!

KeÅŸke çocukların vukuatı masum erik hırsızlığında kalsaymış. Mehmet Ünver can yakan çocukça oyunlarını da anlatıyor ÅŸimdi üzülerek. Senin bin bir emekle yetiÅŸtirdiÄŸin lahanaları patlatmaca oyununu mesela. Göbeklenen lahanaları uzaktan atılan taÅŸlarla mayın gibi patlatma oyunu. Eminim patlatılmış lahanaları her gördüÄŸünde için de onlar gibi parçalanıyordu.

Ah, o çocuklar. Kuzguncuk’un çekirge sürüsüyle en az kırk yıl uÄŸraÅŸtın. Can mı dayanır! Vallahi ben olsam diyorum ÅŸimdi… Ä°tiraf ediyorum, senin kadar sabırlı olmazdım.

Mustafa Aysal, semtlilerden birinin, çocukluÄŸumuzda bostana girdiÄŸimiz için peÅŸimizden tüfekle koÅŸturmuÅŸtu, diye atıp tutmalarına, “Yok öyle ÅŸey. Onun hiç tüfeÄŸi olmadı ki. Olsa ben bilirdim. Zaten korkarlar onlar böyle ÅŸeylerden.” diyerek, bir azınlık ruh haline de iÅŸaret ediveriyor.

korkuluklar-1

Güvercin tedirginliÄŸi

6-7 Eylül’de, eli özel yapım sopalarla Kuzguncuk’u basan güruh, gece on ikide tam da senin evinin önünde, bostanın önünde inmiÅŸ kamyonlardan. Sen o sırada nerdeydin Ä°lya? Gölgeleri yatağına düÅŸerken; sopaları, elleri kolları kapına bacana çarparken; böÄŸürtüleri camlarını titretirken sen nerdeydin? Kapı komÅŸun olan Aya Pantelemion Kilisesi’ni yakarlarken, papazın evini yaÄŸmalayıp yıkarlarken sen nerdeydin? Papazı evde bulamayınca koyununu alıp oracıkta Allahuekber nidalarıyla kesip pay ederlerken Kuzguncuk’ta mıydın?

O zaman 9 yaşında olan Zakire Büyükfırat o geceyi unutamıyor. “Evimiz Ortaköy’den Arnavutköy’e kadar sahili görüyordu. Karşısı alev alev yanıyordu. Ortaköy’den, Arnavutköy’den çığlıklar Kuzguncuk’a geliyordu. Evin arka tarafına gidiyorduk; Altunizade, Sultantepe alev alev yanıyordu. Koru tutuÅŸtu herhalde, dediler annemler, koru tutuÅŸtu!” diye anlatıyor tanık olduÄŸu cehennemi geceyi. “Dükkânlar önceden iÅŸaretlenmiÅŸti. Dışardan gelen güruh hangi dükkâna saldıracağını, yaÄŸmalayacağını biliyordu. Bunların arasına karışan az sayıda Kuzguncuklu da vardı ne yazık ki.” diyerek dillendirilmeyen bir gerçeÄŸi de açık ediyor.

Kıbrıs olayları sırasında bostanın hemen üstünde bulunan Rum Ortodoks Mezarlığı’ndaki mezar taÅŸları Süleymancılar tarafından çok kereler parçalandığında sen nerdeydin? Onlar ellerinde baltalarla bostandan mezarlığa sızarlarken kuÅŸ uykularında mıydın? Mezar kırıcıların yakalanıp birkaç gün sonra bırakıldığını duyduÄŸunda ne düÅŸündün? Ruhun üÅŸüyüp iyice yalnızlaÅŸtın mı?

KomÅŸuların, ahbapların, dostların birer birer bu memleketi terk ederken seni tutan, sana ümit veren ne vardı buralarda? Bostan mı? Elbette devletimizin senin bostanınla ilgili planları olacaktı. Hem de yıllar süren, adım adım yürüyen bir el koyma planı, sen bilmesen de bu sıralarda iÅŸliyordu.

“Ä°lya, hırsız var!”

Resmi belgelerde “113 pafta, 545 ada, 29 parsel sayılı 6445.32 metrekare miktarındaki AbdullahaÄŸa Vakfından icareli barakalı bostan” diye geçen yer senin evindi, yurdundu.

Evinden, yurdundan sürgün edilen, yollarda kırılan milyonlarca Ermeni’nin malları için çıkarılan tehcir yasası* senin için de iÅŸlemiÅŸ. Ne utanç verici ki insanların mülküne bu yasalara dayanılarak el konmaya 1988’e kadar devam edilmiÅŸ.

Baban Ä°spiro 1951′de ölene kadar hep bostanda yaÅŸayıp, Kuzguncuk’tan hiç çıkmadığı halde nasıl “firari ve mütegayyip eÅŸhas” ilan edilerek Vakıflar Genel MüdürlüÄŸünün bostana el koyduÄŸu bizim için muammaydı. Artık biliyoruz. Ä°ÅŸte belgeleri:

Vakıflar Genel MüdürlüÄŸü önce farklı ailelere ait olan 300 / 360 hisseye 3.12.1966 tarihinde bahsi geçen yasalara dayanarak el koyuyor. Ama bunun için önce sahiplerinin mütegayyip ve firari olduÄŸunun bir tahkikatla kanıtlanması gerekiyor. 

Ä°stanbul Emniyet MüdürlüÄŸünün 27.7.1966 tarihli Ä°stanbul Vakıflar BaÅŸmüdürlüÄŸüne baÅŸlıklı tahkikatı ÅŸöyle:

1966-1a)Hristo oÄŸlu Ä°spiro Soro Arnavutluk (Leskovik) doÄŸumlu olan adı geçenin ömrünün büyük bir kısmını Arnavutluk’ta geçtiÄŸi ve ölümüne yakın Türkiye’ye geldiÄŸi 5.10.1951 tarihinde Kuzguncuk’ta öldüÄŸü…… Aya Pandeleygon Kilisesinin ölüm kayıt defterinin sahife 54, sıra 339′daki kaydında soyadının (Sieros) olduÄŸu öÄŸrenilmiÅŸtir.

Ä°spiro’nun oÄŸlu olduÄŸunu iddia eden ve halen hayatta bulunan Ä°stanbul-Üsküdar-Kuzguncuk Mah. Bostan Sokağı hane 2, cilt 52, sahife 61 üzerine nüfusa kayıtlı Ä°spiro oÄŸlu Victorya’dan 1329 yılında Arnavutluk (Leskovik) de doÄŸma Ä°lya Åžoro’nun Arnavut Ortodoks olduÄŸu 14 yaşında Türkiye’ye gelerek 1932 yılında vatandaÅŸlığımıza geçtiÄŸi…..,

b)Sotiri oÄŸlu Vasil’in 50-60 sene evvel Arnavutluk’a firar ettiÄŸi halen orada saÄŸ bulunduÄŸu,

c)Sotiri’nin oÄŸlu Lekan’ın umumi harp yıllarında Arnavutluk’a firar ettiÄŸi, bilahare Türkiye’ye dönüp 1939 yılında tekrar Arnavutluk’a gittiÄŸi ve hâlâ orada oturduÄŸu,

d)Sotiri oÄŸlu Diyonisos’un da umumi harp yıllarında Arnavutluk’a firar ettiÄŸi, bir ara Türkiye’ye döndüÄŸü bu yıl içinde de Amerika’ya gittiÄŸi ve halen orada ikamet ettiÄŸi,

e)Dimitri oÄŸlu Radeli’nin babası ile birlikte 70-80 sene evvel Arnavutluk’a firar ettikleri ve orada öldükleri öÄŸrenilmiÅŸtir.

f)Konstantin kızı Eleni’nin Kuzguncuk’ta öldüÄŸü ve cenazesinin Aya Pandeyenmon Kilisesinden kaldırıldığı söylenmekte, kaydına tesadüf edilememiÅŸtir.

g)TanaÅŸ oÄŸlu Kosti’nin 50-60 sene evvel Arnavutluk’a firar ettiÄŸi öÄŸrenilmiÅŸ olup, saÄŸ olup olmadığı hakkında herhangi bir bilgi elde edilememiÅŸtir.

h)Yosif kızı Marya’nın takriben 60 sene kadar evvel Arnavutluk’a kaçtığı ve orada öldüÄŸü söylenmektedir.

i)Ä°lya kızı Konstantin’in de 60 sene evvel firar ettiÄŸi Arnavutluk’ta öldüÄŸü anlaşılmıştır.

Bu tahkikat sonucunda Ä°spiro hariç diÄŸer aileler, firari ve mütegayyip ilan edilerek hisselerine birkaç ay sonra el konuluyor. Topluca Arnavutluk’a “firar ettirilen” ailelerin varisleri hâlâ Türkiye’de yaşıyor oysa.

O gün nasıl olduysa sizi ihmal etmiÅŸler Ä°lya. Baban Ä°spiro’nun firari, senin de “vatan haini” ilan edilip mülksüzleÅŸtirilmen için 1977 yılını bekleyeceÄŸiz. Ama bu arada Vakıflar Genel MüdürlüÄŸü, 300 / 360′lık hissenin yeni sahibi olarak sana 1973 yılında ecrimisil davası açmış. Kendine ait olmayan araziyi ekip dikmekten, haksız intifa bedeli olarak taksitlerle 25.000 lira ve yüzde 5 faiz ödemeye mahkûm edilmiÅŸsin. Mustafa Aysal’ın, “Vakıflara aylık bir miktar para öderdik.” dediÄŸi ve nedeni bilinmeyen ödeme bu cezanın taksitleri imiÅŸ meÄŸer.

Vakıflar Genel MüdürlüÄŸünün bostanın tamamını sana raÄŸmen, burada ve yaşıyorken ele geçirme planı Ä°stanbul Emniyet MüdürlüÄŸünün 17 Mart 1977 tarihli tahkikatıyla yürümeye baÅŸlamış: … Ä°spiro’nun oÄŸlu olduÄŸunu iddia eden ve uzun zamandan beri milli çıkarlarımızı ihlal ederek haksız olarak gayrimenkulu tasarrufu altında bulunduran Ä°lya Åžoro hakkında gerekli kanuni iÅŸleme tevessül edilmesinin uygun olacağını…. cümlesi için insan ne diyeceÄŸini bilemiyor.

Ä°stanbul Emniyet MüdürlüÄŸünün 17 Mart 1977 tarihli Vakıflar BaÅŸmüdürlüÄŸüne baÅŸlıklı tahkikat yazısı ÅŸöyle:

1977-2Bu kerre ilgi (b)de kayıtlı yazınızla sorulan husus yeniden tetkik ve tahkik edilmiştir.

Ä°lgi (a)da kayıtlı yazımızda da belirtildiÄŸi üzere ömrünün büyük bir kısmını Arnavutluk’ta geçiren Hristo oÄŸlu 1300 Leskovik doÄŸumlu Ä°spiro Åžoro’nun yurdumuzdan ayrılışı ve dönüÅŸü hakkında herhangi bir belge ve bilgiye rastlanamadığından ÅŸube 4. müdürlüÄŸü ve diÄŸer resmi kuruluÅŸların kayıt ve kuyudatlarının tetkikinde kaçak yollardan yurtdışına gittiÄŸi, 1924 yılında malının başında bulunmadığını, yurtdışına firar edip bilahare yine kaçak yollardan ülkemize geldiÄŸini ortaya koymaktadır. Nitekim adı geçen ÅŸahsı tanıyan ve bilenin de bulunmayışı hakkında herhangi bir bilgi verene rastlanmayışı görüÅŸümüze kesinlik kazandırmaktadır.

Kaldı ki kilise kayıtlarının tetkikinde açık kimliÄŸinin bulunmamakla beraber soyadının da Sieros olduÄŸu görülmüÅŸtür.

Ä°spiro’nun oÄŸlu olduÄŸunu iddia eden ve uzun zamandan beri milli çıkarlarımızı ihlal ederek haksız olarak gayrimenkulu tasarrufu altında bulunduran Ä°lya Åžoro hakkında gerekli kanuni iÅŸleme tevessül edilmesini uygun olacağını hazine hukukunun korunması bakımından firari eÅŸhastan olan adı geçenlere ait sözkonusu gayrimenkulun hazine adına tesçil ve tespitinin yapılması hususunda giriÅŸimde bulunularak neticeden Ä°çiÅŸleri bakanlığına arz edilmek üzere bilgi verilmesini rica ederim.

Bu tahkikatla operasyonun ikinci kısmı da tamamlanarak bostanın tamamı Vakıflar Genel MüdürlüÄŸüne geçiyor.10.10.1977 tarihli T.C. tapu senedinde ÅŸöyle yazıyor:

60/360 hissesi Hiristo oÄŸlu Ä°spiro uhdesine kayıtlı iken firari ve mütegayyip eÅŸhastan bulunması sebebiyle ilgili kanunlar ve talimatnameler gereÄŸince Vakıflar idaresince vaziyet olunduÄŸu ve Vakıflar Genel MüdürlüÄŸü adına tesçili Ä°stanbul Vakıflar BaÅŸmüdürlüÄŸünün 17/5/1977 tarih ve Ä°liÅŸikli Ä°ÅŸler Bürosu D.A. 17/1/5006 sayılı yazısıyla bildirilmekle tesçil edildi.”

Bu senette senden eser yok Ä°lya. Bostanda her ÅŸeyden habersiz, babanın izinde yaÅŸadığından ve iÅŸlediÄŸinden bahsetmiyor. Sabahları kalkıp babanın öÄŸrettiÄŸi gibi karıkları yaptığından, sebzeleri, meyveleri suladığından, kargalardan ve çocuklardan koruduÄŸundan bahsetmiyor.

Tam hurma, incir, nar zamanı. Sen belki de Kuzguncuklu çocuklarla cebelleÅŸiyorsun bu sırada. Ağızları sulanarak gizlice bostana dalan ama yakalanan birkaç çocuÄŸu, “Sizi gidinin çocukları…” diye kovalıyorsun. Onların kaçışmalarını görüp belki için için gülüyorsun. Mustafa Aysal’a sormuÅŸtum, çocukları yakaladığında ne yapardı diye. “Bir ÅŸey yapmazdı, yakalamak istemezdi ki.” demiÅŸti de ÅŸaşırmıştım. KeÅŸke o zaman çocuklar yine bağırsalarmış sana, “Ä°lya, hırsız var!” diye!

1978 yılında bu el koymaya karşı Danıştayda dava açmışsın. Bu dava 1981′de sonuçlanmış ve kazanmışsın. Mahkemede Ä°spiro Åžoro’nun kaçak yollarla girip çıktığı kanıtlanamadığından firari ve mütegayyip de olmadığına karar verilmiÅŸ. Bundan sonra Danıştay kararının uygulamaya geçmesi için varislerin Asliye Hukuk’ta tapu iptal ve tescil davası açarak gayrimenkulün tapusunu yeniden üzerlerine geçirmesi gerekiyormuÅŸ. Amerika’daki varislere ulaÅŸmak zaman almış ve dava açılamadan sene 1984 olmuÅŸ.

mezar-1

Ä°ki insan, bir hayat, bir mezar

Mezar taşında 19.10.1984, Ä°lya Åžoro yazmıyor. Çünkü bir mezar taşın yok Ä°lya. “Kendimi iyi hissetmiyorum” dediÄŸinde seni Balıklı Rum Hastanesi’ne götüren Mustafa Aysal’la bostanın hemen üstündeki Rum Mezarlığı’nda seni aradık, bulamadık. Bu devlet vatandaÅŸlarına yaÅŸamayı reva görmediÄŸi gibi ölmeyi de reva görmediÄŸinden, küçücük olan Rum Mezarlığı’ndaki bütün mezarları dolaÅŸtık. Bir mezara aile boyu gömülen Rumların isimlerini okumaya çalıştık. Ama seni bulamadık. Bir sonraki gidiÅŸimde bir bilenin göstermesiyle bakımsız mezarını bulabildim ancak. Babanı ve seni saklayan mezar, üç beÅŸ yıla kalmaz tamamen kaybolur. Üzerinde belki bir erik biter, çocuklar yine gelsin diye.

Bostanında yaÅŸadın, bostanına nazır yatıyorsun. YaÄŸmur sularıyla firar edip yine ona sızıyorsun. Varlığıyla artık yokları imleyen, kara kara sayfalarımızda yeÅŸil bir vicdan gibi “firari ve mütegayyipleri” iÅŸaret eden bostan, ÅŸimdilik hâlâ bostan. Yarını belirsiz. Sen yaÅŸarken nice göz kapağında uyku olmamayı seçsen de o, nice gözkapağında huzursuz bir uyku olmayı sürdürüyor.

Bostan ÅŸahittir. Bu dünyadan bir de Ä°lya geçti.

*13.9.1331 tarihli (1915) Ahar Mahallere Nakledilen EÅŸhasın Emval ve Düyûn ve Matlûbat-ı Metrûkesi Hakkında Kanun-u Muvakkat ve bunu güncelleyen Türkiye Büyük Milet Meclisi tarafından çıkarılan, 15.04.1339 (1923) tarih ve 333 sayılı Ahar Mahallere Nakledilen EÅŸhasın Emval ve Düyûn ve Matlûbat-ı Metrûkesi Hakkındaki Kanun.

Emval-i Metrukiyet (terk edilmiÅŸ topraklar) Kanunu, asıl olarak Ermeni tehciri için çıkarılmış ancak savaÅŸ sürecinde oluÅŸan diÄŸer durumlar için de kullanılmıştır. Buna göre: Her ne surette olursa olsun kaybolan, ayrılan, yabancı ülkelere, iÅŸgal altındaki yerlere, Ä°stanbul ve baÄŸlı yerlerine firar edenlerin taşınmaz malları vakıf olanlar Vakıflar Hazinesine, diÄŸerleri Maliye Hazinesine geçer. Lozanın yürürlüÄŸe girdiÄŸi 6 Ocak 1924 tarihinde malının başında bulunmayanlar, bu tarihten sonra Türkiye’ye dönseler de, malları Hazineye intikal etmiÅŸ olduÄŸundan kendilerine geri verilmez. Varisleri de hak iddia edemez.

Sevgi Halime Özçelik

guernica tv den alınmıştır....

 

Kuzguncuk bostanı şimdilik kurtulmuştur....